Bu Blogda Ara

29 Mart 2012 Perşembe

Aslında Pas Yapmak Hiç Kolay Değildir

Şuan dünyada yaşayan ve futbolla ilgilenen insanların hemen hemen hepsi belki de futbolun pas yaparak basit bir şekilde oynanması gerektiğini düşünüyordur. Çünkü son 15-20 yılda gelen ve dünya futboluna damga vuran takımlar (son 5 yılın Barcelona’sı, 90’lı yılların Ajax’ı, 2000 li yılların Manchester United’ı ve Wenger’in Arsenal’i) bize bu oyunu çok kolay gibi gösterdiler.

Aslında pas yapmak hiç de söylendiği kadar kolay bir iş değil. En yakından örnek verecek olursak, bir halı saha maçı yaparken arkadaşlarımıza maçın başında “Arkadaşlar ayağa ve kısa pas yapıyoruz, top yaparak çıkıyoruz” dememiz bile bizim bu oyunu ne kadar basit gördüğümüzün bir göstergesi aslında.  Televizyonda veya stadyumda yukarda saydığım takımları izleyip onların pasları bu kadar kolay yapabilmesini görmemiz bunu söylememizin en büyük sebebi. Peki, pas yapmanın zorlukları neler onları bir inceleyelim.

Öncelikle pas atarken atacağınız kişinin konumunu çok iyi hesaplamanız ve pasın şiddetini ona göre ayarlamanız gerekiyor. Eğer oyuncunun konumunu iyi hesaplayamazsanız mesafe tahmininden dolayı pas gerektiğinden yavaş gidip rakip oyuncunun kesmesine sebebiyet verebilir ya da gerektiğinden hızlı giderek takım arkadaşınızın kontrol etmesini çok zorlaştırabilir.

Dikkat edilmesi gereken diğer önemli şey ise pası atacağınız kişinin hareketlenme ihtimali. Öne veya arkaya hareketleneceğini tahmin edebilmek ya da öngörmek bu işin çözümü gibi duruyor. Fakat bunlar gerçekten çok zor işler. Bunları tam yapabilen oyuncular zaten şuan dünyanın en iyi pasörü konumundaki Xavi, Pirlo, Fabregas, Gerrard gibi oyuncular. Bu hareketlenmeyi öngörmek zor geldiği için genellikle duvar pası yapmaya çalışarak bunu biraz daha kolaylaştırabiliyoruz.

Bana göre en önemlisi ise baskı altında dahi soğukkanlı düşünerek pas yapabilmek. Özellikle futbol oynadığımız küçük alanlarda bu baskı altında kalma işi çok fazla oluyor. Dar alanda kısa paslaşmalar tabiri de buradan geliyor zaten. Mümkün olduğu kadar takımca birbirine yaklaşarak mesafeleri kısaltıp daha rahat top yapabilmek gerekiyor baskı altında. Günümüz Barcelonası bunu şuan gözü kapalı bir şekilde gerçekleştiriyor.

Dünya futbolunda bu saydığım zorlukların hepsini rahatça halledebilen orta saha oyuncusu çok az bence.  Bu doğru pas dağıtıcılığını en iyi şekilde yapabilen oyuncuları düşündüğümüzde aklıma ilk gelenler Zidane, Xavi, Fabregas, Cruyff, Messi, Pirlo, Schweinsteiger, Gerrard, Modric ve Lampard. Bu oyuncuların hepsinin ortak özelliği bu zorlukların altında kalkabilmelerinin yanında top kontrollerinin  ve oyun zekalarının çok yüksek olması.

Aslında Cruyff’da söylediği şu sözle bu konuya da değinmiş gibi görünüyor;
“Futbol basit bir oyundur. Zor olan ise bu oyunu basit oynamaktır” Johan Cruyff


Aşağıdaki tabloda da takımların Şampiyonlar Liginde yaptıkları başarılı pas sayıları ve yüzdeleri yazıyor merak edenler için:

11 Mart 2012 Pazar

Adı: Zlatan Soyadı: Ibrahimovic Lakabı: Şampiyon (Bölüm-1)

3 Ekim 1981’de başladı şampiyonun hikayesi. Bosna Hersek’li bir babası ve babasının İsveç’e göç ederken tanışıp evlendiği Hırvat bir annesi vardı Ibra’nın. İsveç’de doğan ve futbola Malmö altyapısında başlayan Ibrahimovic’in ilginç tarzı çocukluğunda da  varmış aslında. Malmö Anadolu BI takımında oynadığı sıralarda, takımı 4-0 gerideyken devre arasında oyuna girip 8 gol birden atarak takımına galibiyeti getirmiş küçük Ibra. 15 yaşlarındayken futbolu bırakıp rıhtımda çalışmaya başlaması ve teknik direktörünün onu zorla ikna edip tekrar futbola döndürmesi belki de onun hayatının kırılma anıydı.

18 yaşındayken İsveç 1.liginde forma giymeye başladı ve o sezon takımı 2.lige düştü. Ertesi sezonsa tekrar yükseldi. Tekrar 1.lige yükseldiği sezonun sonunda Arsenal ile antrenmanlara da çıkan Ibra, Wenger’in gözüne girememiş olacak ki transferi gerçekleşmedi. 22 Mart 2001 de Ajax ve Malmö sezon sonu için Ibra’nın transferi konusunda anlaşmaya vardılar ve sezon sonunda Ibra 7,8 milyon euro karşılığında Ajax’ın yolunu tuttu.

Ajax’ın o zamanlar teknik direktörü olan Co Adriaanse, Ibra’yı genellikle maçlara sonradan dâhil ediyordu ve bunun gazabı olacak belki de 2.sezonunu dolduramadan takımdan gönderildi. Yerine gelen Ronald Koeman, gelir gelmez ilk hamlesini Ibra’yı düzenli ilk 11 oynatarak yaptı ve bu hamlenin ödülü sezon sonunda aldığı şampiyonluk oldu. İlk sezonunda oynadığı 24 maçta attığı 6 gol ve 4 asistle takımına katkıda bulunan Ibra bu kadar az sayıda gol ve asisti bir daha hiçbir sezonunda görmedi. Ertesi sezonunda ilk şampiyonlar ligi maçında Fransa şampiyonu Lyon’u tek başına dağıttı ve Ajax’ın maçı 2-1 galip gelmesini sağlayan golleri kaydetti. Aynı sezon Ajax Şampiyonlar Liginde Çeyrek Final oynarken, Ibra’da o sezon attığı 4 golle takımına çok büyük katkıda bulundu.

Ajax’taki ilk 3 sezonunu 2 şampiyonlukla kapatan Ibra, 4.sezonun ilk haftalarında NAC Breda’ya attığı enfes golle Eurosport tarafından “Yılın Golü” ödülünüde eve götürdü. Fakat bu gol ona sadece bu ödülü değil, aynı zamanda Juventus’un çok ani bir şekilde bu golü görmesinin akşamında ona yaptığı transferi de getirdi. Ve 9 gün içinde 25 Milyon Euro karşılığında Juventus’a satıldı.     

Zlatan Ibrahimovic’in NAC Breda’ya attığı enfes golü bu linkten izleyebilirsiniz:

Bu hikayenin devamını 2.bölümde bulacaksınız.

2 Mart 2012 Cuma

A Millilerde Yeni Dönem ve Kadro Analizi


        29 Şubat Çarşamba günü oynadığı Slovakya maçıyla A Milli futbol takımımız ve teknik direktör Abdullah Avcı, yepyeni ve umut dolu bir döneme başladı. Bu dönem eski dönemlere nazaran çok daha ümitli görünüyordu çünkü Abdullah Avcı futbol kamuoyunun ve taraftarların hemen hemen tamamına yakınının desteğini alarak milli takımın başına geçmişti. Takımın başına geldiği ilan edilir edilmez hep çok şey değiştirmek istediğini ve altyapılara gereken önemin verileceğini belirten Avcı, genç ve gelecek vaat eden bir milli takım oluşturulabilecek bir potansiyele sahip olduğumuzu da söyledi. Bu beklentiler içerisinde ilk hazırlık maçı ilk resmi başlangıç demekti.
        Slovakya maçına çağırdığı aday kadroda, daha önce hiç A milli takıma çağırılmamış 8 oyuncunun yanı sıra, A milli takımla daha 10 maça bile çıkmamış 11 oyuncuyla birlikte tecrübesiz bir ekip vardı. Sahaya çıkan ilk 11’imizin yaş ortalaması 23,5 , en yaşlı oyuncumuz, daha milli takım formasını 30 kez bile giymemiş olan 27 yaşındaki Gökhan Gönül, en genç oyuncumuzda milli takım formasını ilk kez giyen 21 yaşındaki Semih Kaya ve 7. Kez milli olan yine 21 yaşındaki Mehmet Ekici’ydi.
        Maçta spikerin ve yorumcu Ömer Üründül’ün devamlı “daha takımımız tecrübesiz” sözü tek başına yeterli olmamalıydı. Çünkü Milli takımın tek sorunu tecrübesizlik değildi. Slovakya’nın bize göre daha oturmuş bir kadrosu olabilirdi. Ama bireysel oyuncu bazında bizim daha üstün olduğumuz gerçeğini kadrolarındaki 5 oyuncunun Türkiye Liginde forma giyiyor olması da destekliyordu sanki.
        Mevki mevki değerlendirdiğimizde kalede ilk golde Sinan hatalı olmasına rağmen, Cenk, Tolga ve kadroya çağrılmamış olan Volkan ve Onur’la birlikte hiç problem yaşamayacağımızı düşünüyorum. Defansta sağda Gökhan Gönül kesinlikle alternatifsiz durumda bulunuyor. Stoperlerimizin hepsi 21-23 yaş aralığında ve tecrübe olarak da çok gerideler. Fakat ben Ömer Toprak-Serdar Kesimal ikilisi üstünde yoğunlaşılması gerektiğini ve milli takımın as stoperlerinin bu ikili olması gerektiğini düşünüyorum. Sol bek de ise Caner asla oynamaması gereken bir oyuncu. Sol bek İsmail Köybaşına ait olmalı ve yedeği bence kısa bir süre de olsa maçta olumlu çok fazla şey yapan Hasan Ali Kaldırım olmalı.
        Ortasaha da yaratıcı oyuncu anlamında çağrılan kadromuz çok zengin. Nuri, Selçuk İnan, Mehmet Ekici, Alper Potuk, Soner Aydoğdu gibi isimler, yaratıcılık anlamında sıkıntı yaşatmazlar diye düşünüyorum. Fakat oyunu tam olarak çift yönlü oynayabilecek Nuri’nin maç eksiği çok olduğu için, fiziksel anlamda Selçuk İnan’dan başka bir oyuncumuz yok gibi görünüyor. Mehmet Topal,  defansif yönü kuvvetli olsa da, atak anlamında çok fazla etkin olmadığı için, yeni futbol anlayışında yer almayan ön libero mevkisinin bir oyuncusu olarak kalıyor.  Zaten Abdullah Avcı’nın, Mehmet Topal haricinde savunmaya dayalı anlayışı olan başka bir orta saha oyuncusunu kadroya çağırmaması da bunu doğrular nitelikte.  Abdullah Avcı’nın aklında oynatmayı düşündüğü 4-2-3-1 sisteminde, kanatlarda da yeterli düzeyde oyuncularımız vardı. Arda ne kadar kötü oynasa da, gereken maçlarda gereken sorumluluğu alabilecek bir oyuncu ve bence Nuri ile birlikte Abdullah Avcı takımı onun üstüne kurmayı düşünüyor. Olcan’da ilk defa oynamasına rağmen kesinlikle sırıtmadı ve beklenenden daha etkili oldu. Tunay’da oyuna girdikten sonra kanatlardan oyunu az da olsa hareketlendirdi.
        Forvette ise Abdullah Avcı’nın hayalini kurduğu ve sık sık dile getirdiği Mustafa Pektemek’ten Hakan Şükür stili bir oyuncu yaratma düşüncesi bu maçta hayal ürünü gibi görünse de, Mustafa Pektemek’in fiziksel ve teknik olarak buna yeterli olduğunu ve biraz özgüveni artarsa iyi yerlere gelebileceğini düşünüyorum. Alternatifleri, ligimizin golmatiği Burak Yılmaz, Fransa’da aradığını tam bulamayan Umut Bulut ve yeni takımı Rennes ile birlikte yeniden çıkışa geçebileceğini düşündüğüm Mevlüt Erdinç bence yeterli seviyedeler.

        Bence Abdullah Avcı’nın dünya kupası elemeleri başlayana kadar yapacağı diğer 6 hazırlık maçında ve kampta oturtması gereken öncelikle kadro istikrarı, oynatmayı düşündüğü mentalitesi ve fizik kondisyon. Slovakya maçında da şunu gördük ki, Abdullah Avcı, İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da oynattığı defansı çok sağlam anlayışı ve kontra futbolu yerine, daha önde basmaya çalışan, alan daraltan, pas yapan ve organize olmaya çalışan genç ve aç bir takım yaratmak istiyor. Elinde buna çok müsait bir oyuncu havuzu da mevcut. Umarız bunu başarır ve 2002’den bu yana özlemini çektiğimiz Dünya Kupası keyfini 2014’de tekrar bize yaşatır.