Bu Blogda Ara

25 Nisan 2012 Çarşamba

İşte Futbolun Adaleti


        
        6 Mayıs 2009’da Stamford Bridge’de çok tartışmalı kararları olan ve hak eden tarafın değil de hak etmeyen tarafın son dakikada kaleyi bulan ilk şutunda attığı golle finale çıktığı bir maç vardı. Futbolseverlerin hafızalarından kazınmayacak maçlardan birisi olduğuna eminim. Çünkü Chelsea o maçta gayet iyi oynamış topla oynayan Barcelona olsa da pozisyonlara giren Chelsea olmuş ve hakem Tom Ovrebo tarafından 2 tane net penaltısı verilmemesine rağmen yinede son dakikalara kadar maçı 1-0 önde götürmüştü. Fakat son dakika da Barcelona kaleyi bulan ilk ve tek şutunu Iniesta ile atmış ve o da ağlarla buluşup Barca’yı finale taşımıştı. Bu maçın ardından Uefa’nın finali Barcelona-Manchester United olarak ayarlamak için uğraş verdiği tartışılmış ve hakem Ovrebo maçın ardından uzun bir süre Chelsea’li taraftarlar tarafından ölüm tehditleri almıştı. İşte o maçın rövanşında 3 yıl sonra yine Barcelona ve Chelsea bir Şampiyonlar Ligi yarı finalinde daha eşleştiler.

Fakat bu maçın şöyle bir farkı vardı. Geçen 3 yılda Barcelona gücüne güç katmış kupalara ambargo koymuştu. Yine geçen bu 3 yılda Chelsea sadece 1 kez lig şampiyonluğu 2 kez de FA kupası almış ve her yıl yeni bir teknik direktör getirerek bir türlü istediği istikrara ulaşamamıştı. Barcelona kadro olarak dinamikleşip güçlenirken, Chelsea kadrosu yaşlanıp zayıflamıştı. İşte bu durumlarda olan 2 takım ilk maçta Stamford Bridge’de karşı karşıya gelmiş ve Chelsea Di Matteo yönetiminde klasik defansif bir anlayışla Barca’yı tek golle geçmeyi başarmıştı. Bu maçta Barcelona pek çok gol fırsatından yararlanamamış ve turu Nou Camp’a bırakmak zorunda kalmıştı.
Nou Camp’da Barcelona’nın %99 ihtimalle Chelsea’yi eleyeceği ve finaldeki rakibini bekleyeceği konuşula dursun Chelsea haftasonu ilk 11’inden 8 oyuncusunu dinlendirip Barcelona maçına konsantre olmaya başlamıştı. Barca ise El Classico’da oyuncu dinlendireyim derken La Liga şampiyonluğundan da olmuştu.
Maç başladı ve Barcelona yine klasik %70’in üstünde topa sahip olarak golü arayan ve turu isteyen taraf olarak göz önüne çıktı. İlk golü Chelsea’nin basit bir defansif yerleşim hatasında Busquets’le bulan Barcelona Chelsea’de kaptan Terry’nin kırmızı kartının ardından ikinci golü de Messi’nin klas ara pasında Iniesta’nın üstün bitiriciliğiyle elde etti. Bu maç farka gider yorumları yapılmak üzereyken 10 kişilik Chelsea’de, Lampard’ın enfes ara pasını inanılmaz bir aşırtma golle bitiren Ramires bir anda Chelsea’ye turu getiren skoru yarattı.
İkinci yarıda ise Drogba’nın defansta yaptırdığı penaltı az kalsın Chelsea’ye tura mal oluyordu. Fakat büyük üstat uzaylı Messi topu direğe nişanlayınca Barcelona kendini şokta buldu. Son dakikaya kadar verdiği çabalar yeterli olmadı ve tam son saniyelerde golü ararken bir anlık hatada takımca ilerde kalınca, bu sezon belki de Chelsea’de en formsuz isim Torres bomboş pozisyonda Barca yarı sahasında yalnız başına topu sürüp Valdes’i geçerek topu ağlara gönderdi ve Di Matteo’yu ve Chelsea’yi tarihe geçirdi.
İşte 3 yıl önceki pek çok haksızlığın yaşandığı, penaltıların verilmediği ve Stamford Bridge’de son dakikada kalesine gelen ilk şutta finali, belki de kupayı kaybeden Chelsea, bu sefer aynı tarifeyi Nou Camp’da Barcelona’ya uygulamıştı.
Bu maçın ardından futbolun adaletine saygım tekrar sonsuz bir seviyeye geldi. Bir maçla adalet olmadığını, o maç kaybedilse bile ilerde bir gün mutlaka onun hakkının bir yerlerden geleceğine artık inanıyorum. Tebrikler Chelsea, Tebrikler Di Matteo. Teşekkürler  Futbol ve Adaleti.

13 Nisan 2012 Cuma

José Mourinho ve Sihirli Taktikleri

Futbol dünyasının şuan da en iyi teknik direktörlerinden biri olan ve gün geçtikçe yaptıklarıyla efsaneleşen José Mourinho, teknik direktörlüğe başladığından bu yana gittiği hemen hemen her takımda başarılı oldu ve kupa kazandı. Daha henüz teknik direktörlüğe göre genç bir yaş olan 49 yaşındaki teknik adam, ülke, bölge ve takım fark etmeksizin kazandığı bu başarılarda genel olarak takımlarını hep kendine özgü taktikleriyle oynattı. Bu taktiklerin hepsinin ortak noktası olan ve "nasıl yapıyor her gittiği takımda", "nasıl başarılı oluyor", diye soranların “sihirli” olarak nitelendirdiği kısımların bir bölümünü inceleyelim.
Mourinho’nun hem Porto, hem Chelsea, hem İnter, hem de Real Madrid’deki en belirgin özelliği takım savunmasını mükemmele yakın yaptırması. Oyuncularına söylediği en önemli şeylerden bir tanesi de, savunma yaparken mümkün olduğu kadar çok adamla topun arkasında durmaları gerektiğiydi.  Bu savunma anlayışıyla kalesini güvenceye alan Mourinho’nun bir de çok iyi kalecilerle çalışmış olması bu savunma anlayışını iyice kuvvetlendiriyordu. Çünkü iyi kaleciler önlerindeki savunmayı da yönetmeye özen gösterirler. Porto’da Vitor Baia, Chelsea’de Petr Cech, İnter’de Julio Cesar ve son olarak Real Madrid’de Iker Casillas tam da bu özelliği barındıran lider kaleciler.
Mourinho savunma anlayışını bu şekilde oluşturduktan sonra genellikle oynattığı 4-2-3-1 sistemine göre, savunmanın önünde oynatacağı çift yönlü orta saha oyuncularını da bu anlayışa uygun seçiyor. Hem kesici özelliği olan, hem fiziksel olarak kuvvetli, hem de pas özelliği yüksek olan oyuncuları seçmeye çalışıyor. Porto’da Costinha, Chelsea’de Essien, İnter’de Cambiasso ve Real Madrid’de Xabi Alonso yine bu analizi doğrular nitelikte oyuncular.
Mourinho’nun yapmadığı şeylerden birisi ise topu devamlı takımında tutmaya çalıştırmaması ve çok fazla pas yaptırmaması. Çünkü Mourinho direk sonuca gitmeyi seven, rakip kaleye en hızlı ve etkili yoldan ulaşmaya çalışan bir teknik adam. Oyuncularına göre Mourinho’nun kendilerine en sık söylediği sözlerden birisi “Mümkün olduğu kadar hızlı ve etkili bir şekilde topu rakip kaleye götürün ve golü atın” Bu biraz kontra atak anlayışı gibi görünebilir ama tam olarak öyle sayılmaz. Mourinho, defansta topu çevirip, hazırlık pasları yaparak oynanan oyundan haz almadığı için, uzun paslarla, etkili ara paslarıyla, hızlı duvar paslarıyla takımını bir an önce karşı kaleye ulaştırmayı ve golü atmayı ve maçı kazanmayı hedefliyor. Özet olarak Mourinho, hızlı ve soğumayan bir oyun oynatmak ve izlemek istiyor.
Bu hızlı oyunun gollerle sonuçlandırılabilmesi için gerekli en önemli oyuncuda bitiricilik seviyesi çok yüksek forvetler.  Porto’da kullandığı Benny Mc Carthy ve Derlei, Chelsea’de Drogba ve Gudjohnsen, İnter’de Diego Milito ve Real Madrid’de Higuain ve Benzema.  Bu forvetlerin hepsi de bitiricilik seviyeleri üst düzeyde, pozisyon geldiğinde minimum kaçırma oranına sahip oyuncular ve 4-2-3-1 sisteminde ilerde oynayabilecek düzeydeler.
Tabi Mourinho’nun takımlarının en kilit noktalarından birisi de yaratıcı oyuncuları. Forvetlerin topu bitirebilmesi için gereken topları atabilecek ve aynı zamanda kendiside skora katkı yapabilecek oyun zekâsına sahip ortasaha ve kanat oyuncularını seven Mourinho yine her takımında bu tarz görevi verdiği oyuncular aldı veya geliştirdi.  Porto’da geliştirdiği Deco, Chelsea’de bu görevi verdiği Frank Lampard  ve aldığı Arjen Robben, İnter’de Wesley Sneijder ve son olarak Real Madrid’de Mesut Özil, Ronaldo, Di Maria ve Kaka.
Genel olarak baktığımızda, Mourinho hep aynı stilde oyuncular bularak, kendine özgü taktiğini gittiği her takıma benimsetmeye çalışan ama gittiği yerin kültürüne göre de bu özellikleri güncelleyen ve uyum sağlatan bir teknik adam. Büyük başarılarının altında bana göre bu istikrar ve inanç yatıyor.