19 Aralık’ı 20 Aralık’a bağlayan gece saat
01.00’de belki de futbolu çok yakından takip edenlerin bile hiçbir zaman aynı
saha da göremediği yıldızlar aynı maç ve aynı amaç için toplanmışlardı.
Amaçları Brezilya ve Afrika’da yoksullukla mücadele eden insanlara az da olsa
katkı yapabilmek onların yoksulluklarına gol atabilmekti. 2003 yılından beri
UNDP (United Nations Development Programme) tarafından düzenlenen bu yardım
maçlarının kurucu ve en yardımsever isimlerinden olan Zinedine Zidane ve
Brezilya efsanesi Ronaldo, bu maç için oynayabilecek futbolu bırakmış yada
aktif oynayan ulaşabilecekleri bütün arkadaşlarını davet etmişlerdi. Çoğu yardımsever oyuncu da futbol dünyasının
bu iki efsanesinin ricaları kırmadı ve bu maç için Brezilya’da Gremio’daki
Gremio Arena’da buluştular. Maça katılan isimler şu şekildeydi;
Bu Blogda Ara
20 Aralık 2012 Perşembe
2 Kasım 2012 Cuma
Futbol tekrar bireyselleşiyor mu?
Son
yıllarda dikkatimi çeken bir noktayı ele almak istedim. 30-40 hatta 50 yıl
öncelerde futbolda takım olgusu çok fazla yoktu ve bireysel kalite her şeye
yetiyordu. Pele’nin futbola damga vurduğu dönemlerde Pele bu bireyselleşmeyi
tek başına oluşturmuştu diyebiliriz. Pele’nin ardından gelen başta Maradona
olmak üzere pek çok efsanevi isim futbolun bireyselliğini sürekli gözler önüne
serdi İnsanlar o dönemlerde takımı genel olarak düşünmek yerine daha çok bireysel
kalitede ki futbolcularını düşünerek mutlu oluyorlardı ki o dönemlerde taraftarlar
aralarında“bizim pelemiz var”, “bizim maradonamız var” gibi cümlelerle
konuşuyorlarmış
28 Ekim 2012 Pazar
United’a Balparmak Sponsorluğu
Bugün oynanan Chelsea-Manchester United maçı yine hem Premier lig, hem de
dünya futbol tarihine bir klasik olarak girdi diyebiliriz. Çok ilginç şeylerin
yaşandığı maçı, Manchester Stamford Bridge’de 3-2 kazanmasına rağmen futbol
anlamında saha da silik bir görüntü sergiledi.
18 Ekim 2012 Perşembe
FIFA’nın Yeni Çılgınlığı: FIFA 13
Dünyanın
en çok oynanan futbol simülasyon oyunlarından biri olan FIFA, oyun serisinin bu
yıl yirminci sürümü olan FIFA 13’ü, 25 Eylül 2012 tarihinde Kuzey Amerika'da,
27 Eylül 2012 tarihinde Avusturalya'da, 28 Eylül 2012 tarihinde Avrupa'da
piyasaya sürdü. Oyun PlayStation 3, Xbox 360, Wii U, Wii, PlayStation 2,
PlayStation Portable, PlayStation Vita, Nintendo 3DS, Xperia Play, iOS,
Microsoft Windows ve Mac OS X platformları için çıkarıldı.
6 Ekim 2012 Cumartesi
"Sportif" Programıyla Radyo Bilkent'teyim
3 Ekim Çarşamba akşamı saatler
20.00’yi gösterdiğinde Radyo Bilkent’te yepyeni bir program başladı. Programın
adı ise “Sportif”. Eren Koca ve ben Hüseyin Caner Batak,"Sportif"le
radyo spor programı kültürüne yeni bir soluk getirmeye çalışıyoruz.
20 Eylül 2012 Perşembe
Kocaman “GURURSUZLUK”
Geçtiğimiz 2 sezonda yaşanan
olumsuz gelişmelere rağmen takımın başındaki dik duruşu ve efendiliğiyle
taraftarın “Sen bizim KOCAMAN gururumuzsun” tezahüratıyla gönüllerde taht
kurdurduğu Aykut Kocaman artık bu kredisini taraftar gözünde tamamen bitirdi diyebiliriz.
Aslında Aykut Kocaman Fenerbahçe’ye geldiğinden beri oyuncu değişiklikleri,
seçimleri, taktik düşüncesi ve oynattığı futbolla çok fazla hata yaptı. Fakat
geçmişinin verdiği kredisi yüzünden taraftarların çoğu bu sezona kadar bunların
farkına varamadı.
5 Eylül 2012 Çarşamba
Fenerbahçe Tarihinin En Değerlisi
Geçtiğimiz sezon şike
olayları sebebiyle ekonomik darboğaza girmemek için pek çok yıldız ve önemli
oyuncusunu elinden çıkarmak zorunda kalan Fenerbahçe, tam 1 yıl aranın ardından
yine o düzeyde bir kadro kurmayı başardı. Geçtiğimiz sezon Andre Santos, Lugano,
Niang ve hiç oynamatamadığı ve çok şey beklediği Emenike’yi satıp yerlerine
Ziegler’i kiralayıp, Serdar Kesimal ve Bienvenu gibi oyuncuları satın almıştı.
31 Ağustos 2012 Cuma
Fenerbahçe’nin Dişli Rakiplerini Tanıyalım
Sezona Şampiyonlar Ligi hedefiyle başlayan Fenerbahçe’de,
gerek transfer hataları ve gecikmeleri, gerek Aykut Kocaman’ın yaptığı taktik
ve kadro yanlışları sebebiyle Spartak Moskova’ya elenen Fenerbahçe’ye Avrupa
Ligi yolları gözüktü.
26 Ağustos 2012 Pazar
“SPARTAK”laştırabilme Reçetesi?
29 Ağustos
Çarşamba akşamı Fenerbahçe son yılların en önemli maçına çıkacak. Rakibi ilk
maç deplasmanda 2-1 kaybettiği Spartak Moskova. Bu maçta Fenerbahçe hangi oyunu
oynamalı, ne yaparsa turu geçer ve ne yaparsa bu turu kaybeder şöyle bir göz
gezdirelim.
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Bu Fener DE Adamı Kanser Eder
Geçen
sezon ki “Futbolda Şike” olaylarından sonra bu olaydan en çok etkilenen
şüphesiz olayın baş kahramanı olarak öngörülen Fenerbahçe’ydi. Geçtiğimiz
sezonun başında, bir önceki sezonun oturmuş takımının üstüne Serdar, Emenike
gibi oyuncuları alarak şampiyonlar ligine hazır hale gelmiş Fenerbahçe futbol
takımı, daha sonra Şampiyonlar Liginden men edilmesi sebebiyle ekonomik
sıkıntılar çekeceğini düşünerek Emenike, Niang, Lugano ve Andre Santos gibi
kadrosunun iskeletini oluşturan çok önemli oyuncularını kaybetmişti.
5 Ağustos 2012 Pazar
Yeni Yine Yeniden Futbol
Geçtiğimiz sezon başında “Futbolda Şike” iddialarıyla
sarsılan Türk Futbolu ve takımlar, sezon boyunca bu olayın gölgesinde futbol oynamaya
çalıştı. 34 hafta lig ve 6 hafta süper final boyunca sadece futbolun
konuşulduğu bir an neredeyse hiç olmadı. Geçtiğimiz aylarda bu olayın
sonuçlanmasının ardından bu sezon artık gözler yine sadece futbolun üzerinde
olacak.
Bu sezon bizleri yine heyecan ve çekişme dolu müthiş bir
lig bekliyor. Takımlarımız yaptıkları transferlerle yine hem ligde, hem Türkiye
kupasında hem de Avrupa’da başarılı olmak ve hedeflerine ulaşmak için büyük
uğraş veriyorlar.
22 Temmuz 2012 Pazar
2012 Yazının En İyi 10 Transferi
Bu yaz transfer piyasası olarak son yıllara oranla
çok daha aktif ve heyecanlı geçiyor. Bakalım bu yazın şuana kadar yapılan en
iyi 10 transferi kimler;
10-) Miguel Veloso
(Genoa’dan-Dinamo Kiev’e)
Euro 2012’de gösterdiği müthiş performansla daha
önce yaptığım Euro 2012 Altın 11’inde de yerini alan Miguel Veloso, oynadığı
mevkinin hakkını veren bir oyuncu konumunda. Sporting Lizbon’dan 9 milyon euro
karşılığında Genoa’ya gittiğinde,
Genoa’yı basamak olarak kullanıp büyük takımlardan birine geçebileceğini
düşünüyordum fakat o tercihini Dinamo’dan yana kullandı ve 7,5 milyon euro gibi
uygun bir bonservis bedeliyle Ukrayna’nın yolunu tuttu. Transferin ardından
Türk takımları bu fiyata bu oyuncuyu nasıl kaçırdı sorusunu da kendime sormadan
edemedim.
4 Temmuz 2012 Çarşamba
EURO 2012 Altın 11’i ve Analizler
Taktik: 4-3-3
Kaleci: Iker Casillas (İspanya)
Bu turnuvaya gelmeden önce Manuel Neuer ile birlikte
Avrupa’nın en formda iki kalecisinden birisi olan Casillas, takımı kupayı
kaldırana kadar kalesinde sadece bir gole izin vererek şampiyonlukta ne kadar
önemli bir katkısı olduğunu göstermiş oldu ve kuşkusuz turnuvanın en iyi
kalecisi olarak yerini almayı hak etti.
Sağ Bek: Joao Pereira (Portekiz)
Euro 2012’ye şöyle
bir göz gezdirdiğimizde İspanya ve Portekiz hariç hemen hemen hiçbir önemli
takımın sabit ve iyi bir sağ bekle oynayamadığını gördük. Almanya Boateng ve
Bender’ı denerken, İtalya ise Abate, Maggio ve sol bek Balzaretti’yi sağ bek de
oynattı. Avrupa’nın önemli bek
oyuncularından Glen Johnson, Matias Debuchy ve Alvaro Arbeloa gibi isimlerin
çok fazla kendini gösteremediği bu turnuvada, Ronaldo’ya yaptığı şık asist ve
sağ bekte yaptığı güzel gidiş-gelişlerle Joao Pereira bu mevkiyi hak etti diye
düşünüyorum.
Sol Bek: Jordi Alba (İspanya)
Euro 2012
elemelerinde Malaga’lı Nacho Monreal’le yaptığı kıyasıya sol bek yarışını
kazanıp turnuvaya gelen Jordi Alba, turnuva sırasında inanılmaz atikliği,
bindirmeleri ve defansta pozisyon almasıyla gerçekten burada olması gereken bir
oyuncuydu.
Stoper 1: Mats Hummels (Almanya)
Son iki sezondur
Borussia Dortmund’un Bundesliga’da ki zaferlerinde defans anlamında iyi
olmasını sağlayan oyuncu Hummels olmuştu ve artık Almanya defansının değişilmez
ismi haline gelmesi kaçınılmazdı. Top kullanabilmesi, inanılmaz hamleleri ve
müthiş fiziğiyle birkaç yıl içinde dünya futboluna damga vurabilecek bir stoper
oyuncusu. Turnuva’da hatalar yapmış olsa da genel olarak verdiği kaliteli
futbolcu izlenimiyle buraya girmeyi hak etti.
Stoper 2: Sergio Ramos (İspanya)
Futbolseverlerin bu
sezona kadar Real Madrid’de çoğunlukla sağ bek’de izlediği Ramos, asıl mevkisi
olan stopere bu yıl Carvalho’nun eksikliğindeki defansı kapatmak için geçti. Puyol’un
turnuva öncesi sakatlanması Pique’nin yanında kimin oynayacağı sorusunu
akıllara getirse de Ramos gösterdiği performans ve Pique ile olan uyumuyla
müthiş bir turnuva çıkardı.
Defansif Orta saha: Miguel Veloso (Portekiz)
Dünya piyasasında
yavaş yavaş kaybolmaya başlayan bu mevkinin belki de şuan çok önemli
oyuncularından birisi olduğunu bu turnuvada bizlere gösterdi. Özellikle yarı
finaldeki İspanya maçında kaptığı toplar, inanılmaz hırsla sahada basılmadık
yer bırakmaması onun bu kadroya girebileceğini gösterdi.
Orta saha 1: Andrea Pirlo (İtalya)
Tekniği, oyun zekâsı,
kalitesi ve kısaca her şeyiyle Andrea Pirlo bu turnuvada ne kadar önemli bir
futbol sanatçısı olduğunu futbolseverlere göstermiş oldu. Ayağa attığı uzun
pasları, kanattan kanata oyunun yönünü aniden çevirmesi, yaptığı asistler ve
attığı frikik golüyle İtalya’nın final oynamasındaki en önemli etken olan
Pirlo, 33 yaşına gelmiş olmasına rağmen bir şarap misali müthiş oynamaya devam
ediyor.
Orta saha 2: Xavi Hernandez (İspanya)
Şuan aktif
futbolcular içinde belki de dünyanın en iyi ortasahası konumundaki Xavi
Hernandez, her zaman ki alışılagelmiş pas yüzdesi yüksek oyununu, klas ara
paslarını ve müthiş oyun zekasını bu turnuvada da konuşturarak İspanya’nın
kupayı tekrar kazanmasında önemli bir etken oldu.
Sağ Kanat: David
Silva (İspanya)
Manchester City’le
Şampiyon olarak bitirdiği bu müthiş sezonun ardından milli takımda ki
performansı merak konusu olan Silva, turnuva da 2 gol ve 3 asistle oynayarak
hem asist kralı oldu hem de takımına yaptığı katkıyla kupayı kazanmasına
yardımcı oldu.
Sol Kanat: Andres Iniesta (İspanya)
Dünyadaki her
teknik direktörün takımında isteyeceği bir oyuncu konumunda olan Iniesta, hemen
hemen bütün büyük maçlarda ve turnuvalarda olduğu gibi bu turnuvada da oynadığı
oyunla kupayı İspanya getiren oyunculardan birisi oldu. Gol atmamasına rağmen
oyuna kattığı sinerji ve fırsatçılığıyla zaten Euro 2012’nin en iyi oyuncusu seçilerek
ne kadar önemli bir konumda olduğunu gösterdi.
Forvet: Mario Balotelli (İtalya)
Son yılların en çok
eleştirilen ve aynı zamanda övülen ve en çok olay olan adamlarından birisi
Mario Balotelli. Bu sezon Manchester City’nin şampiyonluğunda verdiği müthiş
katkıdan sonra, yine şike söylentileri içinde turnuva gelen ve pek de bir şey
beklenmeyen İtalya’yı Pirlo ve Buffon ile birlikte finale getiren adamlardan
birisi oldu. Özellikle yarı finalde ki Almanya maçında attığı gollerle belki de
kupanın bir ucundan tutan Balotelli finalde etkisizde olsa buraya gelmeyi hak
etti.
Teknik Direktör: Cesare Prandelli (İtalya)
Fiorentina’da
kaldığı 4 yıl içerisinde takımı belli bir çizgiye sokan ve oynattığı efektif
futbolla alkışları toplayan Prandelli, İtalya’nın başına geçtikten sonra Euro
2012 finaline kadar hiç mağlup olmayarak 2006 dünya kupasının ardından
yaşadıkları 2 büyük hezimeti belki de bir şekilde gidermiş oldu.
Catenacciosuyla ünlü italya’ya ofansif futbol anlayışını katmayı başaran ve
ortasahayı ele geçirmeye çalışan bir takım yaratan Prandelli, her ne kadar
kupayı kaldıramamış olsa da burada olmaya hak etti.
Turnuvanın Hayal Kırıklığı Yaratan Takımları: Hollanda ve
Rusya
Son dünya kupası
finalisti olarak turnuva gelen Hollanda’nın, geniş ve kaliteli kadrosuyla
favoriler arasında gösterilirken bir anda puansız bir şekilde ölüm grubundan
çıkamayarak turnuvaya veda etmesi belki de hiç kimsenin beklemediği bir olaydı.
Elemelerdeki güzel ve bol gollü futbolu ile turnuvaya
sürpriz yapıp şampiyon bile olabilir dedirten Rusya, ilk maçta Çek Cumhuriyeti’ni
4-1 yenerek gövde gösterisi yapmış olsa da ardından grupta 4 gol attığı Çek
Cumhuriyeti’nin gerisinde kalarak çıkamaması da futbol severler için çok büyük
bir sürpriz oldu.
Turnuvanın Sürpriz Yapan Takımları: İtalya ve Çek
Cumhuriyeti
Şike ile
sarsıldıktan hemen sonra turnuvaya gelen ve kadrosunda yaş olarak tecrübeli
görünseler de turnuva tecrübesi olmayan pek çok oyuncusu olan İtalya, oynadığı
göze hoş gelen futbol ve özellikle yarı finalde favori Almanya’yı elemesiyle
herkes için büyük bir sürpriz yaşattı.
İlk maçta Rusya’dan 4 gol yemesi ve oynadığı kötü
futbolla grubu puansız bitirebileceği düşünülen Çekler, kalan iki maçta aldığı iki
galibiyet ve 6 puanla kendini bir anda çeyrek finalde buldu ve turnuvanın
sürprizlerinden birine imza attı.
Turnuvanın Çıkış Yapan Oyuncusu: Jordi Alba
İspanya 2008 ve 2010’daki turnuvalarda yaşadığı sol
bek sıkıntısını Capdevila ile doldurmaya çalıştıktan sonra bu turnuvanın öncesinde
Capdevila’nın artık milli takım seviyesinde olmaması ve Nacho Monreal’inde
yetersiz kalması sebebiyle İspanyolların umut ışığı olan Jordi Alba, finale
kadar tüm maçlarda 90 dakika oynarken, gösterdiği üstün performans ve hiç
bitmek bilmeyen enerjisiyle bence turnuvaya damga vurdu.
Turnuvanın Hayal Kırıklığı Yaratan Oyuncusu: Bastian
Schweinsteiger
Dünya’nın en iyi
orta saha oyuncularından birisi olarak gösterilen Schweinsteiger, turnuva
öncesi yaşadığı sakatlık yüzünden turnuvaya çok da formda olmayan bir şekilde
gelmişti. Turnuva öncesi bu sefer mutlak favori görülen Almanya’nın orta saha
yükünü çekeceği düşünülen Schweinsteiger, oynadığı kötü ve yorgun futbolla
Almanya’nın finali bile görememesinde büyük bir etken oldu.
Turnuvanın En iyi Golü: Fransa-İsveç (Zlatan Ibrahimovic)
18 Haziran 2012 Pazartesi
İtalya Futbolunun Yeni Süper Çocuğu: Marco Verratti
5
Kasım 1992 Tarihinde İtalya’nın Pescara kentinde dünyaya gelen Marco Verratti,
futbola yine doğduğu yerin takımı olan Delfino Pescara Calcio genç takımında
başladı. Bir orta saha oyuncusu olan Verratti, 2008-2009 sezonunda daha 16
yaşındayken A takımla ilk maçına İtalya Kupası 1.turunda çıktı. Takımı
Pescara’nın Mezzocorona’yı 2-0 yendiği maçta 89.dakikada Antonino Cardinale’nin
yerine oyuna girerken, ilerde onu bekleyen parlak geleceği belki de o maçta onu
oyuna alan teknik direktör Giuseppe Galderisi görmüştü. Yine aynı sezon İtalya
Kupasının bir sonraki turunda Albinoleffe maçında ilk defa bir maça ilk 11’de
başladı ve tam 73 dakika oyunda kaldı. Maçı takımı penaltılarla kaybetse de bu
maç Verratti’nin geleceği için bir kırılma noktasıydı.
12 Haziran 2012 Salı
Euro 2012 Favori Takım Analizi: İspanya
Pek
çok insanın üst üste 3.defa milli takımlar düzeyinde bir kupayı kazanıp rekor
kırmasını beklediği İspanya’da David Villa ve Carles Puyol gibi iki ilk 11
oyuncusundan bu turnuva mahrum kalacak. İtalya maçında Puyol’un yerini
Ramos’la dolduran Del Bosque, Villa yerinde de formsuz da olsa tecrübesiyle
takıma katkı verebileceğini düşündüğü Torres’e görev verecek gibi görünse de,
ilk maçta forvetsiz olarak görünen 4-6-0 taktiği ile takımını sahaya sürdü.
7 Haziran 2012 Perşembe
Euro 2012 Favori Takım Analizi: Almanya
8
Haziran-1 Temmuz tarihleri arasında oynanacak bu büyük heyecan fırtınasını
herkes iple çekiyor. Olimpiyatlar ve Dünya Kupasından sonra Dünya’nın en büyük
3.organizasyonu olarak görülen Avrupa Futbol Şampiyonası direk bir kıtayı
ilgilendiriyor gibi görünse de izleme oranı olarak bütün kıtalardan büyük
ölçülerde izleniyor.
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Sporun Oscarları: “Laureus Spor Ödülleri”
Laureus Dünya Spor Ödülleri, 1999 yılında Daimler ve Richemont
şirketleri tarafından, her yıl bir önceki yılın sporda en iyilerine verilmek
amacıyla ortaya çıkarıldı. İlk galası 25 Mayıs 2000 tarihinde Monte Carlo’da
yapılan ödüller, spor otoriteleri tarafından “Sporun Oscarları” olarak görülüyor. Her yıl Mercedes Benz,
Vodafone, IWC Schaffhausen gibi büyük markaların sponsorluklarında
gerçekleşmektedir.
20 Mayıs 2012 Pazar
Güzel Oyun Hatırlanmaz, Kupalar Unutulmaz
Bugün Chelsea’nin kazandığı bu şampiyonlar ligi kupası
bana başlıkta yazdığım sözü söyletme fırsatı verdi. Uzun yıllardır sporu takip
eden birisi olarak, şunu belirtmek isterim ki özellikle final maçlarında güzel
futbol oynayan takımlar eğer kupayı alamazlarsa 10-15 sene sonra kimse onların
oynadığı güzel futbolu hatırlamaz. Mesela bugün ki şampiyonlar ligi finalinde
Bayern Münih’in oynadığı iyi ve atak futbolu kupayı müzesine Chelsea götürdüğü
için belli bir süre sonra “Bayern’de o finalde ne oynamıştı ya!!” şeklinde anılmayacak.
Onun yerine 2012 yılında şampiyonlar ligini "Chelsea" kazandı diye bilecek
herkes.
12 Mayıs 2012 Cumartesi
Golü Koklayan Adam: Radamel “Falcao” Garcia
10 Şubat 1986’da Kolombiya’nın Santa Marta
şehrinde dünyaya geldi. Babasının hayranlığı sebebiyle, ünlü Brezilyalı
futbolcu Paulo Roberto Falcao’dan aldığı orta adıyla “Falcao” ile çağırdılar.
Çok koyu bir Millionarios taraftarı olan
Falcao, futbola 13 yaşında Deportivo Pereira’da başlasa da daha sonra
Millionarios genç takımına geçti. Sonra ki yıllarda River Plate, Kolombiya 17
Yaş Altı takımında iyi işler yapan Falcao’yu denemek için antrenmana çağırdı ve
ardından sözleşme imzaladılar. River Plate’le sözleşme imzalamadan önce Falcao, Buenos Aires’deki Palermo Üniversitesinde Gazetecilik okumaya
başladı.
19 yaşındayken, Reinaldo Merlo yönetiminde ilk kez
bir maça ilk 11 de çıktı ve 2 gol birden attı. Oynadığı ilk 11 maçta toplamda 7
gol atan Falcao’nun ünü bir anda yayılmaya başladı. San Lorenzo’ya karşı
oynadığı bir maçta golü atarken sağ bileğindeki bağlardan sakatlandı. Bir
sonraki sezonun başındaki antrenmanlarda yine aynı bileğindeki bağlardan daha
şiddetli bir sakatlık geçiren Falcao çok fazla maç kaçırdı ve iyileşmesi çok
uzun sürdü. 2007 sonbaharında tekrar River Plate ilk 11’ine dönen Falcao,
sakatlığından önceki gol serisine devam etti. 2007 yılında Copa Sudamericana’da
Botafogo ile oynanan rövanş maçında attığı 3 gol ile 9 kişilik River Plate’i
ilk maçı 2-0 kaybetmesine rağmen çeyrek finale taşıdı. Yine aynı turnuva da
Defensor Sporting’e uzaktan attığı müthiş golle River Plate’i yarı finale
çıkardı. Yine aynı sene Boca Juniors’la oynanan maçta “Süper Classico” lardaki
ilk golünü attı. Falcao bu büyük çıkışının ödülünü 2010 dünya kupası elemeleri
için Kolombiya Milli Takımına çağrılarak aldı. Aynı sezonun bitiminde Deportivo’dan
gelen 8 Milyon Euro’luk teklifi kabul etmeyen River Plate, 2 sezon sonra 5
milyon euro’ya, sözleşmesinin bitmesine bir sezon kala Porto’ya kaptırdı.
Lisandro Lopez’in gidişiyle doğan golcü boşluğunu Falcao’yla doldurmayı
planlayan Porto, bu düşüncesinin meyvelerini aldı.
2009-2010 sezonunda Porto’da kariyerine ilk 4
maçta attığı 4 golle başlayan Falcao, sezon boyunca ligde toplam 25 gol, tüm
kupalarda da toplamda 34 gol attı. Bir sonraki 2010-2011 sezonunda ise yine
etkileyici performanslar ortaya koydu. Ligde attığı 16 golle takım arkadaşı
Hulk’un ardından gol krallığında 2.olan Falcao, Uefa Avrupa Liginde 14 maçta
attığı 17 golle hem gol kralı oldu, hem de UEFA tarihinde bir sezonda en çok
gol atan oyuncu ünvanını Jürgen Klinsmann’dan aldı. Temmuz 2011’de sözleşmesi
uzatılan Falcao, imza bedeli olarak 6,5 milyon euro alırken, kontratının
serbest kalma maddesinde de 45 milyon euro yazıyordu.
Sözleşmesini uzattıktan 1 ay sonra Atletico
Madrid’in Agüero’nun boşluğunu doldurmak için 40 milyon euro önermesiyle kulüp
tarihinin de rekorunu kırarak Atletico Madrid’in yolunu tuttu. Agüero’yu 45
milyon euro’ya satan Atletico Madrid, Falcao’ya 40 milyon euro vermesi sebebiyle çok
fazla eleştirildi. Falcao’nun 40 milyon euro etmeyeceği görüşünde olanlar bence
de haklıydılar. Agüero gibi hem 23 yaşında hem de bu kadar üst düzey bir
futbolcunun 45 milyon euroya satıldığı bir yerde, Falcao’nun maksimum 30 milyon
euro civarında olması gerekiyordu.
Verilen ücret Falcao’nun üstünde en ufak bir
baskı oluşturmadı. Atletico Madrid’le ligde 33 maçta 23 gol atan Falcao, Uefa
Avrupa Liginde de 15 maçta attığı 12 golle hem yine gol kralı oldu, hem de
kupayı üst üste 2.kez kaldırma başarısını gösterdi.
Falcao’nun hayatından bahsettikten sonra
biraz da bireysel özelliklerini analiz edelim. Falcao bir forvet de olması
düşünülen özelliklerin hemen hemen hepsine sahip bir oyuncu. Fizik olarak boyu
kısa olması tek handikapı gibi görünürken omuz genişliği ve kalıbı itibariyle
gayet iyi seviyede. 1,77’lik boyuna rağmen hava toplarında da çok etkili. Bence
en önemli özelliği ceza sahasında atılan toplarda, hep doğru yerde bulunup o
topları mutlaka alması. Ceza sahasına onun yönünde attığınız rastgele bir top
da bile Falcao, o topun bulunduğu yere gidip rakip
oyuncu varsa rakibini de egale edip o topun kontrolünü sağlıyor.
Bir diğer çok önemli özelliği de bitiriciliği.
Ceza sahasında belki de şuan aktif futbola devam eden oyuncular içinde içinde
en etkili, tehlikeli ve korkulan oyuncu durumunda. Ayrıca toplu ve
topsuz hızı da normalin çok üstünde. Fizik olarak güçlü olduğu için hem pivot
santrafor gibi oynayabiliyor hem de rakip defans arkasına iyi sarkıyor. Uzak
mesafe şutlarda, penaltılarda ve plase vuruşlarda da gerçekten Avrupa’nın en
üst seviyelerinde. Porto ve Atletico Madrid gibi Avrupa’nın en yüksek
seviyesinden bir gömlek altta olan takımlarda bu derece başarılı olması bence
henüz çok yeterli değil. Akıllarda iyi futbolcu, iyi golcü olarak değil, bir
efsane olarak kalması için kısa bir süre içinde Avrupa’nın en büyük
takımlarından birine gitmesi ve orda yine bu ve bundan daha yüksek
performanslar gösterip mutlaka bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu ve Avrupa’nın
üst düzey liglerinde lig şampiyonluğu kazanması gerekiyor.
25 Nisan 2012 Çarşamba
İşte Futbolun Adaleti
6 Mayıs 2009’da Stamford Bridge’de
çok tartışmalı kararları olan ve hak eden tarafın değil de hak etmeyen tarafın
son dakikada kaleyi bulan ilk şutunda attığı golle finale çıktığı bir maç
vardı. Futbolseverlerin hafızalarından kazınmayacak maçlardan birisi olduğuna
eminim. Çünkü Chelsea o maçta gayet iyi oynamış topla oynayan Barcelona olsa da
pozisyonlara giren Chelsea olmuş ve hakem Tom Ovrebo tarafından 2 tane net
penaltısı verilmemesine rağmen yinede son dakikalara kadar maçı 1-0 önde
götürmüştü. Fakat son dakika da Barcelona kaleyi bulan ilk ve tek şutunu
Iniesta ile atmış ve o da ağlarla buluşup Barca’yı finale taşımıştı. Bu maçın
ardından Uefa’nın finali Barcelona-Manchester United olarak ayarlamak için uğraş
verdiği tartışılmış ve hakem Ovrebo maçın ardından uzun bir süre Chelsea’li
taraftarlar tarafından ölüm tehditleri almıştı. İşte o maçın rövanşında 3 yıl
sonra yine Barcelona ve Chelsea bir Şampiyonlar Ligi yarı finalinde daha
eşleştiler.
Fakat bu maçın şöyle bir farkı
vardı. Geçen 3 yılda Barcelona gücüne güç katmış kupalara ambargo koymuştu.
Yine geçen bu 3 yılda Chelsea sadece 1 kez lig şampiyonluğu 2 kez de FA kupası
almış ve her yıl yeni bir teknik direktör getirerek bir türlü istediği
istikrara ulaşamamıştı. Barcelona kadro olarak dinamikleşip güçlenirken,
Chelsea kadrosu yaşlanıp zayıflamıştı. İşte bu durumlarda olan 2 takım ilk
maçta Stamford Bridge’de karşı karşıya gelmiş ve Chelsea Di Matteo yönetiminde
klasik defansif bir anlayışla Barca’yı tek golle geçmeyi başarmıştı. Bu maçta
Barcelona pek çok gol fırsatından yararlanamamış ve turu Nou Camp’a bırakmak
zorunda kalmıştı.
Nou Camp’da Barcelona’nın %99
ihtimalle Chelsea’yi eleyeceği ve finaldeki rakibini bekleyeceği konuşula
dursun Chelsea haftasonu ilk 11’inden 8 oyuncusunu dinlendirip Barcelona maçına
konsantre olmaya başlamıştı. Barca ise El Classico’da oyuncu dinlendireyim
derken La Liga şampiyonluğundan da olmuştu.
Maç başladı ve Barcelona yine
klasik %70’in üstünde topa sahip olarak golü arayan ve turu isteyen taraf
olarak göz önüne çıktı. İlk golü Chelsea’nin basit bir defansif yerleşim
hatasında Busquets’le bulan Barcelona Chelsea’de kaptan Terry’nin kırmızı
kartının ardından ikinci golü de Messi’nin klas ara pasında Iniesta’nın üstün bitiriciliğiyle
elde etti. Bu maç farka gider yorumları yapılmak üzereyken 10 kişilik Chelsea’de,
Lampard’ın enfes ara pasını inanılmaz bir aşırtma golle bitiren Ramires bir
anda Chelsea’ye turu getiren skoru yarattı.
İkinci yarıda ise Drogba’nın
defansta yaptırdığı penaltı az kalsın Chelsea’ye tura mal oluyordu. Fakat büyük
üstat uzaylı Messi topu direğe nişanlayınca Barcelona kendini şokta buldu. Son
dakikaya kadar verdiği çabalar yeterli olmadı ve tam son saniyelerde golü ararken
bir anlık hatada takımca ilerde kalınca, bu sezon belki de Chelsea’de en
formsuz isim Torres bomboş pozisyonda Barca yarı sahasında yalnız başına topu
sürüp Valdes’i geçerek topu ağlara gönderdi ve Di Matteo’yu ve Chelsea’yi
tarihe geçirdi.
İşte 3 yıl önceki pek çok
haksızlığın yaşandığı, penaltıların verilmediği ve Stamford Bridge’de son
dakikada kalesine gelen ilk şutta finali, belki de kupayı kaybeden Chelsea, bu
sefer aynı tarifeyi Nou Camp’da Barcelona’ya uygulamıştı.
Bu maçın ardından futbolun
adaletine saygım tekrar sonsuz bir seviyeye geldi. Bir maçla adalet olmadığını,
o maç kaybedilse bile ilerde bir gün mutlaka onun hakkının bir yerlerden
geleceğine artık inanıyorum. Tebrikler Chelsea, Tebrikler Di Matteo.
Teşekkürler Futbol ve Adaleti.
13 Nisan 2012 Cuma
José Mourinho ve Sihirli Taktikleri
Futbol dünyasının şuan da en iyi teknik direktörlerinden biri olan ve gün geçtikçe yaptıklarıyla efsaneleşen José Mourinho, teknik direktörlüğe başladığından bu yana gittiği hemen hemen her takımda başarılı oldu ve kupa kazandı. Daha henüz teknik direktörlüğe göre genç bir yaş olan 49 yaşındaki teknik adam, ülke, bölge ve takım fark etmeksizin kazandığı bu başarılarda genel olarak takımlarını hep kendine özgü taktikleriyle oynattı. Bu taktiklerin hepsinin ortak noktası olan ve "nasıl yapıyor her gittiği takımda", "nasıl başarılı oluyor", diye soranların “sihirli” olarak nitelendirdiği kısımların bir bölümünü inceleyelim.
Mourinho’nun hem Porto, hem Chelsea, hem İnter, hem de Real Madrid’deki en belirgin özelliği takım savunmasını mükemmele yakın yaptırması. Oyuncularına söylediği en önemli şeylerden bir tanesi de, savunma yaparken mümkün olduğu kadar çok adamla topun arkasında durmaları gerektiğiydi. Bu savunma anlayışıyla kalesini güvenceye alan Mourinho’nun bir de çok iyi kalecilerle çalışmış olması bu savunma anlayışını iyice kuvvetlendiriyordu. Çünkü iyi kaleciler önlerindeki savunmayı da yönetmeye özen gösterirler. Porto’da Vitor Baia, Chelsea’de Petr Cech, İnter’de Julio Cesar ve son olarak Real Madrid’de Iker Casillas tam da bu özelliği barındıran lider kaleciler.
Mourinho savunma anlayışını bu şekilde oluşturduktan sonra genellikle oynattığı 4-2-3-1 sistemine göre, savunmanın önünde oynatacağı çift yönlü orta saha oyuncularını da bu anlayışa uygun seçiyor. Hem kesici özelliği olan, hem fiziksel olarak kuvvetli, hem de pas özelliği yüksek olan oyuncuları seçmeye çalışıyor. Porto’da Costinha, Chelsea’de Essien, İnter’de Cambiasso ve Real Madrid’de Xabi Alonso yine bu analizi doğrular nitelikte oyuncular.
Mourinho’nun yapmadığı şeylerden birisi ise topu devamlı takımında tutmaya çalıştırmaması ve çok fazla pas yaptırmaması. Çünkü Mourinho direk sonuca gitmeyi seven, rakip kaleye en hızlı ve etkili yoldan ulaşmaya çalışan bir teknik adam. Oyuncularına göre Mourinho’nun kendilerine en sık söylediği sözlerden birisi “Mümkün olduğu kadar hızlı ve etkili bir şekilde topu rakip kaleye götürün ve golü atın” Bu biraz kontra atak anlayışı gibi görünebilir ama tam olarak öyle sayılmaz. Mourinho, defansta topu çevirip, hazırlık pasları yaparak oynanan oyundan haz almadığı için, uzun paslarla, etkili ara paslarıyla, hızlı duvar paslarıyla takımını bir an önce karşı kaleye ulaştırmayı ve golü atmayı ve maçı kazanmayı hedefliyor. Özet olarak Mourinho, hızlı ve soğumayan bir oyun oynatmak ve izlemek istiyor.
Bu hızlı oyunun gollerle sonuçlandırılabilmesi için gerekli en önemli oyuncuda bitiricilik seviyesi çok yüksek forvetler. Porto’da kullandığı Benny Mc Carthy ve Derlei, Chelsea’de Drogba ve Gudjohnsen, İnter’de Diego Milito ve Real Madrid’de Higuain ve Benzema. Bu forvetlerin hepsi de bitiricilik seviyeleri üst düzeyde, pozisyon geldiğinde minimum kaçırma oranına sahip oyuncular ve 4-2-3-1 sisteminde ilerde oynayabilecek düzeydeler.
Tabi Mourinho’nun takımlarının en kilit noktalarından birisi de yaratıcı oyuncuları. Forvetlerin topu bitirebilmesi için gereken topları atabilecek ve aynı zamanda kendiside skora katkı yapabilecek oyun zekâsına sahip ortasaha ve kanat oyuncularını seven Mourinho yine her takımında bu tarz görevi verdiği oyuncular aldı veya geliştirdi. Porto’da geliştirdiği Deco, Chelsea’de bu görevi verdiği Frank Lampard ve aldığı Arjen Robben, İnter’de Wesley Sneijder ve son olarak Real Madrid’de Mesut Özil, Ronaldo, Di Maria ve Kaka.
Genel olarak baktığımızda, Mourinho hep aynı stilde oyuncular bularak, kendine özgü taktiğini gittiği her takıma benimsetmeye çalışan ama gittiği yerin kültürüne göre de bu özellikleri güncelleyen ve uyum sağlatan bir teknik adam. Büyük başarılarının altında bana göre bu istikrar ve inanç yatıyor.
29 Mart 2012 Perşembe
Aslında Pas Yapmak Hiç Kolay Değildir
Şuan dünyada yaşayan ve futbolla ilgilenen insanların hemen hemen hepsi belki de futbolun pas yaparak basit bir şekilde oynanması gerektiğini düşünüyordur. Çünkü son 15-20 yılda gelen ve dünya futboluna damga vuran takımlar (son 5 yılın Barcelona’sı, 90’lı yılların Ajax’ı, 2000 li yılların Manchester United’ı ve Wenger’in Arsenal’i) bize bu oyunu çok kolay gibi gösterdiler.
Aslında pas yapmak hiç de söylendiği kadar kolay bir iş değil. En yakından örnek verecek olursak, bir halı saha maçı yaparken arkadaşlarımıza maçın başında “Arkadaşlar ayağa ve kısa pas yapıyoruz, top yaparak çıkıyoruz” dememiz bile bizim bu oyunu ne kadar basit gördüğümüzün bir göstergesi aslında. Televizyonda veya stadyumda yukarda saydığım takımları izleyip onların pasları bu kadar kolay yapabilmesini görmemiz bunu söylememizin en büyük sebebi. Peki, pas yapmanın zorlukları neler onları bir inceleyelim.
Öncelikle pas atarken atacağınız kişinin konumunu çok iyi hesaplamanız ve pasın şiddetini ona göre ayarlamanız gerekiyor. Eğer oyuncunun konumunu iyi hesaplayamazsanız mesafe tahmininden dolayı pas gerektiğinden yavaş gidip rakip oyuncunun kesmesine sebebiyet verebilir ya da gerektiğinden hızlı giderek takım arkadaşınızın kontrol etmesini çok zorlaştırabilir.
Dikkat edilmesi gereken diğer önemli şey ise pası atacağınız kişinin hareketlenme ihtimali. Öne veya arkaya hareketleneceğini tahmin edebilmek ya da öngörmek bu işin çözümü gibi duruyor. Fakat bunlar gerçekten çok zor işler. Bunları tam yapabilen oyuncular zaten şuan dünyanın en iyi pasörü konumundaki Xavi, Pirlo, Fabregas, Gerrard gibi oyuncular. Bu hareketlenmeyi öngörmek zor geldiği için genellikle duvar pası yapmaya çalışarak bunu biraz daha kolaylaştırabiliyoruz.
Bana göre en önemlisi ise baskı altında dahi soğukkanlı düşünerek pas yapabilmek. Özellikle futbol oynadığımız küçük alanlarda bu baskı altında kalma işi çok fazla oluyor. Dar alanda kısa paslaşmalar tabiri de buradan geliyor zaten. Mümkün olduğu kadar takımca birbirine yaklaşarak mesafeleri kısaltıp daha rahat top yapabilmek gerekiyor baskı altında. Günümüz Barcelonası bunu şuan gözü kapalı bir şekilde gerçekleştiriyor.
Dünya futbolunda bu saydığım zorlukların hepsini rahatça halledebilen orta saha oyuncusu çok az bence. Bu doğru pas dağıtıcılığını en iyi şekilde yapabilen oyuncuları düşündüğümüzde aklıma ilk gelenler Zidane, Xavi, Fabregas, Cruyff, Messi, Pirlo, Schweinsteiger, Gerrard, Modric ve Lampard. Bu oyuncuların hepsinin ortak özelliği bu zorlukların altında kalkabilmelerinin yanında top kontrollerinin ve oyun zekalarının çok yüksek olması.
Aslında Cruyff’da söylediği şu sözle bu konuya da değinmiş gibi görünüyor;
“Futbol basit bir oyundur. Zor olan ise bu oyunu basit oynamaktır” Johan Cruyff
Aşağıdaki tabloda da takımların Şampiyonlar Liginde yaptıkları başarılı pas sayıları ve yüzdeleri yazıyor merak edenler için:
11 Mart 2012 Pazar
Adı: Zlatan Soyadı: Ibrahimovic Lakabı: Şampiyon (Bölüm-1)
3 Ekim 1981’de başladı şampiyonun hikayesi. Bosna Hersek’li bir babası ve babasının İsveç’e göç ederken tanışıp evlendiği Hırvat bir annesi vardı Ibra’nın. İsveç’de doğan ve futbola Malmö altyapısında başlayan Ibrahimovic’in ilginç tarzı çocukluğunda da varmış aslında. Malmö Anadolu BI takımında oynadığı sıralarda, takımı 4-0 gerideyken devre arasında oyuna girip 8 gol birden atarak takımına galibiyeti getirmiş küçük Ibra. 15 yaşlarındayken futbolu bırakıp rıhtımda çalışmaya başlaması ve teknik direktörünün onu zorla ikna edip tekrar futbola döndürmesi belki de onun hayatının kırılma anıydı.
18 yaşındayken İsveç 1.liginde forma giymeye başladı ve o sezon takımı 2.lige düştü. Ertesi sezonsa tekrar yükseldi. Tekrar 1.lige yükseldiği sezonun sonunda Arsenal ile antrenmanlara da çıkan Ibra, Wenger’in gözüne girememiş olacak ki transferi gerçekleşmedi. 22 Mart 2001 de Ajax ve Malmö sezon sonu için Ibra’nın transferi konusunda anlaşmaya vardılar ve sezon sonunda Ibra 7,8 milyon euro karşılığında Ajax’ın yolunu tuttu.
Ajax’ın o zamanlar teknik direktörü olan Co Adriaanse, Ibra’yı genellikle maçlara sonradan dâhil ediyordu ve bunun gazabı olacak belki de 2.sezonunu dolduramadan takımdan gönderildi. Yerine gelen Ronald Koeman, gelir gelmez ilk hamlesini Ibra’yı düzenli ilk 11 oynatarak yaptı ve bu hamlenin ödülü sezon sonunda aldığı şampiyonluk oldu. İlk sezonunda oynadığı 24 maçta attığı 6 gol ve 4 asistle takımına katkıda bulunan Ibra bu kadar az sayıda gol ve asisti bir daha hiçbir sezonunda görmedi. Ertesi sezonunda ilk şampiyonlar ligi maçında Fransa şampiyonu Lyon’u tek başına dağıttı ve Ajax’ın maçı 2-1 galip gelmesini sağlayan golleri kaydetti. Aynı sezon Ajax Şampiyonlar Liginde Çeyrek Final oynarken, Ibra’da o sezon attığı 4 golle takımına çok büyük katkıda bulundu.
Ajax’taki ilk 3 sezonunu 2 şampiyonlukla kapatan Ibra, 4.sezonun ilk haftalarında NAC Breda’ya attığı enfes golle Eurosport tarafından “Yılın Golü” ödülünüde eve götürdü. Fakat bu gol ona sadece bu ödülü değil, aynı zamanda Juventus’un çok ani bir şekilde bu golü görmesinin akşamında ona yaptığı transferi de getirdi. Ve 9 gün içinde 25 Milyon Euro karşılığında Juventus’a satıldı.
Zlatan Ibrahimovic’in NAC Breda’ya attığı enfes golü bu linkten izleyebilirsiniz:
Bu hikayenin devamını 2.bölümde bulacaksınız.
2 Mart 2012 Cuma
A Millilerde Yeni Dönem ve Kadro Analizi
29 Şubat Çarşamba günü oynadığı Slovakya maçıyla A Milli futbol takımımız ve teknik direktör Abdullah Avcı, yepyeni ve umut dolu bir döneme başladı. Bu dönem eski dönemlere nazaran çok daha ümitli görünüyordu çünkü Abdullah Avcı futbol kamuoyunun ve taraftarların hemen hemen tamamına yakınının desteğini alarak milli takımın başına geçmişti. Takımın başına geldiği ilan edilir edilmez hep çok şey değiştirmek istediğini ve altyapılara gereken önemin verileceğini belirten Avcı, genç ve gelecek vaat eden bir milli takım oluşturulabilecek bir potansiyele sahip olduğumuzu da söyledi. Bu beklentiler içerisinde ilk hazırlık maçı ilk resmi başlangıç demekti.
Slovakya maçına çağırdığı aday kadroda, daha önce hiç A milli takıma çağırılmamış 8 oyuncunun yanı sıra, A milli takımla daha 10 maça bile çıkmamış 11 oyuncuyla birlikte tecrübesiz bir ekip vardı. Sahaya çıkan ilk 11’imizin yaş ortalaması 23,5 , en yaşlı oyuncumuz, daha milli takım formasını 30 kez bile giymemiş olan 27 yaşındaki Gökhan Gönül, en genç oyuncumuzda milli takım formasını ilk kez giyen 21 yaşındaki Semih Kaya ve 7. Kez milli olan yine 21 yaşındaki Mehmet Ekici’ydi.
Maçta spikerin ve yorumcu Ömer Üründül’ün devamlı “daha takımımız tecrübesiz” sözü tek başına yeterli olmamalıydı. Çünkü Milli takımın tek sorunu tecrübesizlik değildi. Slovakya’nın bize göre daha oturmuş bir kadrosu olabilirdi. Ama bireysel oyuncu bazında bizim daha üstün olduğumuz gerçeğini kadrolarındaki 5 oyuncunun Türkiye Liginde forma giyiyor olması da destekliyordu sanki.
Mevki mevki değerlendirdiğimizde kalede ilk golde Sinan hatalı olmasına rağmen, Cenk, Tolga ve kadroya çağrılmamış olan Volkan ve Onur’la birlikte hiç problem yaşamayacağımızı düşünüyorum. Defansta sağda Gökhan Gönül kesinlikle alternatifsiz durumda bulunuyor. Stoperlerimizin hepsi 21-23 yaş aralığında ve tecrübe olarak da çok gerideler. Fakat ben Ömer Toprak-Serdar Kesimal ikilisi üstünde yoğunlaşılması gerektiğini ve milli takımın as stoperlerinin bu ikili olması gerektiğini düşünüyorum. Sol bek de ise Caner asla oynamaması gereken bir oyuncu. Sol bek İsmail Köybaşına ait olmalı ve yedeği bence kısa bir süre de olsa maçta olumlu çok fazla şey yapan Hasan Ali Kaldırım olmalı.
Ortasaha da yaratıcı oyuncu anlamında çağrılan kadromuz çok zengin. Nuri, Selçuk İnan, Mehmet Ekici, Alper Potuk, Soner Aydoğdu gibi isimler, yaratıcılık anlamında sıkıntı yaşatmazlar diye düşünüyorum. Fakat oyunu tam olarak çift yönlü oynayabilecek Nuri’nin maç eksiği çok olduğu için, fiziksel anlamda Selçuk İnan’dan başka bir oyuncumuz yok gibi görünüyor. Mehmet Topal, defansif yönü kuvvetli olsa da, atak anlamında çok fazla etkin olmadığı için, yeni futbol anlayışında yer almayan ön libero mevkisinin bir oyuncusu olarak kalıyor. Zaten Abdullah Avcı’nın, Mehmet Topal haricinde savunmaya dayalı anlayışı olan başka bir orta saha oyuncusunu kadroya çağırmaması da bunu doğrular nitelikte. Abdullah Avcı’nın aklında oynatmayı düşündüğü 4-2-3-1 sisteminde, kanatlarda da yeterli düzeyde oyuncularımız vardı. Arda ne kadar kötü oynasa da, gereken maçlarda gereken sorumluluğu alabilecek bir oyuncu ve bence Nuri ile birlikte Abdullah Avcı takımı onun üstüne kurmayı düşünüyor. Olcan’da ilk defa oynamasına rağmen kesinlikle sırıtmadı ve beklenenden daha etkili oldu. Tunay’da oyuna girdikten sonra kanatlardan oyunu az da olsa hareketlendirdi.
Forvette ise Abdullah Avcı’nın hayalini kurduğu ve sık sık dile getirdiği Mustafa Pektemek’ten Hakan Şükür stili bir oyuncu yaratma düşüncesi bu maçta hayal ürünü gibi görünse de, Mustafa Pektemek’in fiziksel ve teknik olarak buna yeterli olduğunu ve biraz özgüveni artarsa iyi yerlere gelebileceğini düşünüyorum. Alternatifleri, ligimizin golmatiği Burak Yılmaz, Fransa’da aradığını tam bulamayan Umut Bulut ve yeni takımı Rennes ile birlikte yeniden çıkışa geçebileceğini düşündüğüm Mevlüt Erdinç bence yeterli seviyedeler.
Bence Abdullah Avcı’nın dünya kupası elemeleri başlayana kadar yapacağı diğer 6 hazırlık maçında ve kampta oturtması gereken öncelikle kadro istikrarı, oynatmayı düşündüğü mentalitesi ve fizik kondisyon. Slovakya maçında da şunu gördük ki, Abdullah Avcı, İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da oynattığı defansı çok sağlam anlayışı ve kontra futbolu yerine, daha önde basmaya çalışan, alan daraltan, pas yapan ve organize olmaya çalışan genç ve aç bir takım yaratmak istiyor. Elinde buna çok müsait bir oyuncu havuzu da mevcut. Umarız bunu başarır ve 2002’den bu yana özlemini çektiğimiz Dünya Kupası keyfini 2014’de tekrar bize yaşatır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)